Türkiye’nin Libya’ya yönelik muhtemel müdahalesi, sadece bölgeye gönderilecek askeri personel ve ekipman ölçüsüyle değil aynı zamanda krizin uluslararası ve yerel dinamikleriyle birlikte değerlendirilmeli.
Türkiye’nin ulusal güvenlik ve çıkarlarına yönelik tehditleri bertaraf etme girişimi olarak Libya ile imzaladığı “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası” Libya iç savaşını yeniden Türkiye’nin gündemine getirdi.
Doğu Akdeniz’de Türkiye aleyhine fiili bir durumun meydana getirilmesini engellemek adına imzalanan bu muhtıraya ilave olarak iki ülke arasında “Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası” imzalandı. Söz konusu muhtıra kapsamında Türkiye’nin Libya iç savaşına askeri müdahale olasılığı bizzat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından dile getirildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptığı açıklamada, Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin (UMH) meşruiyetine ve taraflar arasında imzalanan güvenlik ve askeri işbirliği muhtırasına atıfta bulunarak talep gelmesi durumunda askeri müdahalenin gerçekleşebileceğini belirtti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamasından sonra yeniden gündeme gelen Libya iç savaşının yaklaşık son beş yıllık seyri, doğrudan ve/veya dolaylı askeri müdahalenin bir zaruret olduğu gerçeğini gözler önüne seriyor. Zira iç savaşın taraflarından biri olan Hafter cephesinin ülkenin tamamını kontrol etme ve otoriter bir rejim kurma hedefi ve bu hedef doğrultusunda Libya’nın doğusunda ve güneyinde gerçekleştirdiği saldırılar 4 Nisan’a kadar Hafter karşıtları tarafından ciddi bir tepkiyle karşılanmıyordu. Ancak 4 Nisan 2019’da Hafter’in başkent Trablus’a yönelmesi, yatıştırma politikasının rasyonel olmadığını ve bu saldırganlığın gerek yerel gerekse uluslararası düzlemde harekete geçerek bertaraf edilmesinin ne derece elzem olduğunu gösterdi. Bu bağlamda Türkiye’nin Libya’ya doğrudan askeri müdahalesi veya askeri yardımlarla UMH’ye bağlı birlikleri desteklemesi, yereldeki dengelerin değişmesi açısından oldukça önemli. Böyle bir müdahalenin, doğal olarak krizin iki farklı dinamiğini harekete geçireceğini ve bu dinamiklerin olası sonuçlarının doğru hesaplanması durumunda başaralı olabileceğini söylemek mümkün.
Krizin uluslararası boyutu
Bu dinamiklerden ilki, Libya krizinin uluslararası boyutudur. Libya sadece yerel aktörlerin güç mücadelesine değil aynı zamanda gerek bölgesel gerekse küresel güçlerin mücadelesine sahne oluyor. Uluslararası arenadaki rekabet Hafter’in manevra alanını genişletiyor ve yerel ölçekte nispi olarak güçlü askeri kapasitesinin temellerini oluşturuyor. Örneğin BAE, verdiği ağır silahların yanı sıra askeri üslerde konuşlanmış hava kuvvetleriyle operasyonlara doğrudan katılarak Hafter yayılmacılığına ciddi katkı sağlıyor. Benzer şekilde sayıları bin 500’ü bulan Rus paralı askerleri ise Hafter’in operasyonel gücünü nitelik olarak artırmış durumda. Bu ülkelerin yanı sıra Hafter güçlerine Javelin gibi ağır silahlar veren Fransa, askeri ve lojistik desteğin Libya’ya intikalini sağlayan Mısır ve silahlı eğitimi üstlenen Ürdün gibi ülkeler söz konusu askeri kapasitenin oluşumunda büyük pay sahibi.
Söz konusu ülkelerin Hafter’e olan desteği yeni değil. Ancak UMH ile Türkiye arasında imzalanan anlaşmalar sonrasında bu ülkelere yenilerinin eklenmesi kuvvetle muhtemel görünüyor. Bu bağlamda özellikle İtalya ve Yunanistan’ın Libya politikasında bazı değişimlerin yaşandığı gözlemleniyor. İtalya UMH hükümetini Libya’daki meşru otorite olarak tanımanın yanı sıra Hafter muhalifi cephenin en önemli bileşenlerinden Misrata kentiyle de oldukça sıkı ilişkilere sahipti. Öte yandan Hafter cephesinin iki numaralı ismi Abdurrezzak en-Naduri’nin İtalya ziyareti ve son günlerde İtalyan kargo uçaklarının Bingazi’ye seferler gerçekleştirdiğine dair haberler, bu ilişkinin Hafter lehine dönüşebileceğine dair sinyaller veriyor. Benzer şekilde, bugüne kadar Libya krizine yönelik herhangi bir adım atmaktan kaçınan Yunanistan’ın, Libya’nın Atina elçisini “istenmeyen kişi” ilan etmesi ve meşru otorite olarak Tobruk hükümetini muhatap alma girişimleri dikkat çekiyor. Bu iki ülkenin değişim sinyalleri veren Libya politikası Doğu Akdeniz’deki güç mücadelesinin bir uzantısı olmakla birlikte yerelde Hafter’in elini güçlendirecek bir potansiyel taşıyor. Dolayısıyla Türkiye’nin muhtemel Libya müdahalesi, Hafter cephesine destek veren mevcut ülkelerin angajmanlarını yoğunlaştırmasının yanı sıra bu cepheye yeni uluslararası aktörlerin katılması ihtimalini de barındırıyor.
Muhtemel Libya müdahalesinin başarılı olabilmesi için göz önünde bulundurulması gereken bir diğer husus, krizin yerel dinamikleridir. Kaddafi rejiminin yıkılmasının ardından ülkede, aktörler arasında ciddi çıkar çatışmalarının yaşandığı çok kutuplu bir iç savaş devam ediyor. Hemen her kentin en az bir silahlı aktör tarafından kontrol edildiği ortamda yerel aktörler arasındaki güç mücadelesinde ittifaklar oldukça belirleyici. Çok kutuplu güç dağılımının değişken ittifaklara gebe olduğu düşünüldüğünde, Libya’da savaşan tarafları bir bütün olarak ele almak hata olur. Bu durum gerek UMH çatısı altında savaşan gruplar için gerekse Hafter cephesi için geçerli. UMH çatısı altındaki gruplara değinmek gerekirse, bu ittifakın kabaca Trablus, Misrata, Zintan, Tacura ve Libya’nın batısındaki diğer kentlerden gelen milis gruplarından oluştuğu söylenebilir.
Hafter karşıtı ittifakta kırılmalar
Söz konusu ittifak her ne kadar Hafter tehdidi karşısında bir araya gelse de kendi içinde ciddi kırılmalar ve tehdit algıları mevcut. Zira Hafter’in Trablus saldırısı öncesinde başkenti kontrol eden milisler için en büyük tehdit Hafter’den değil başta Tarhuna, Misrata ve Zintan olmak üzere başkente nüfuz etmeye çalışan komşu şehirlerden geliyordu. Bu durum 4 Nisan’da başkente saldıran Hafter güçlerine karşı oluşan ittifaka katılım oranlarını ve aktörlerin savaş motivasyonunu doğrudan etkilemekte. Söz konusu ittifak çatısı altındaki savaşçıların yarıdan fazlasını Misratalı milisler oluştururken özellikle başkent Trablus’taki bazı milislerin hem sayısal olarak katkısının az olması hem de kendi mühimmatlarını kullanma konusundaki isteksizlikleri ittifak içi tehdit algısının önemli bir yansıması. Başkentteki en güçlü silahlı gruplardan biri olan Özel Caydırıcılık Kuvvetleri’nin (RADA) Haziran 2019’a kadar Hafter’le savaşmaktan imtina etmesi, bu tarihten itibaren çok az sayıda (100-200) savaşçıyla ittifaka dahil olması ve son günlerde RADA ile Trablus Devrimcileri Birliği arasında çatışmaların yaşanması, söz konusu kırılganlığa örnek olarak gösterilebilir.
İttifak içi kırılganlıkların yanı sıra yereldeki güç mücadelesinin seyrini değiştirebilecek ittifaklar arası geçişler söz konusu olabilir. Bunun en somut örneği, UMH’yi kağıt üstünde tanıyan ancak 4 Nisan sonrasında Hafter cephesinde yer alan Kaniyat adlı milis grubudur. 2011’deki iç savaş esnasında Kaddafi rejiminin safında yer alan Tarhuna kentinin kontrolünü sağlayan Kaniyat, Ağustos 2018 ve Ocak 2019 aylarında başkente yönelik saldırılarda bulundu ancak Trabluslu milislerin direnişi nedeniyle bu girişiminde başarılı olamadı. Misrata ve Zintan’dan bazı silahlı gruplarla kurduğu ittifakın sonuçsuz kalması nedeniyle 4 Nisan’da Hafter safına geçen Kaniyat, başkentin kuşatmasında mühim bir rol oynadı. Benzer davranışları başkent ve çevresinde yer alan Medhali Selefi grupların sergilemesi şaşırtıcı olmayacak. Hâlihazırda Sabrata, Surman ve Tici’den Medhali Selefi gruplarının Hafter safında yer aldıkları düşünüldüğünde aynı ideolojik damardan beslenen RADA’nın bu ittifakın bir parçası haline gelme olasılığının yüksek olduğu anlaşılıyor.
Sonuç olarak, Türkiye’nin olası Libya operasyonu sadece bölgeye gönderilecek askeri personel ve ekipman ölçüsüyle değil aynı zamanda krizin uluslararası ve yerel dinamikleriyle birlikte değerlendirilmelidir. Uluslararası arenada rüzgarın şimdilerde Hafter lehine döndüğü düşünüldüğünde yereldeki ittifak ilişkilerinin önemi artmaktadır. Bu bağlamda Türkiye’nin UMH çatısı altındaki aktörlerle doğrudan iletişim kurarak aralarındaki güvenlik ikilemini gidermesi ve daha bütüncül bir şekilde hareket edebilmelerini sağlaması, muhtemel bir operasyonunun akıbeti açısından büyük öneme sahiptir. Suriye’de benzer problemlerle karşı karşıya kalan Türkiye’nin muhalif grupları tek çatı altında toplama konusundaki tecrübesi Libya’daki kırılgan ittifaklar sorununu çözmeye yardımcı olabilir.