26 Nisan 2024 Cuma
’10 Büyükelçi” krizi neden yaşandı, nasıl aşıldı?

’10 Büyükelçi” krizi neden yaşandı, nasıl aşıldı?

10 ülke büyükelçilerinin Osman Kavala’nın tutukluluğunun dördüncü yılında yaptığı açıklama sonrası artan gerilim, yine bu ülkelerin yaptığı “içişlerine karışmama” yönündeki açıklama sonrası azaldı.

BBC Türkçe’ye konuyla ilgili bilgi veren Türk yetkililere göre, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan resmen talimat vermemiş olsa da, Afrika dönüşü aslında Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’na büyükelçilerin ‘persona non grata’ yani ‘istenmeyen kişi’ ilan edilmesi konusunda çalışmasını söylemişti.

Dışişleri yetkilileri tarafından ise Roma veya Glasgow’da ABD Başkanı Joe Biden’la görüşme ihtimali olduğu; bir süredir ABD ile en üst düzeyde temas eksikliğinden yakınılan bu dönemde görüşmenin ihtimalinin gözardı edilmemesi gerektiği; Moskova’ya karşı Ankara’nın masada elinin güçlü olabilmesi için Batı ile ilişkilerin daha fazla zarar görmemesi gerektiği hatırlatıldı.

Aynı zamanda ilgili diplomatlar, bildiride imzası olan ülkelere de Türk Cumhurbaşkanlığı’na da tüm bu ülkeler için ikili ticaretin, Türkiye için ne kadar önemli olduğu hatırlatıldı ve bu ülkelerin de Türkiye’ye daha ileri bir yaptırım uygulamak istemediği, gerilimi artıracak adımlardan kaçınılması gerektiği belirtildi.

Ancak Erdoğan, henüz dışişlerinin diplomatik girişimleri devam ederken cumartesi günü “Dışişleri Bakanımıza talimatı verdim, ‘Bu 10 büyükelçinin istenmeyen adam ilan edilmelerini hemen halledeceksiniz’ dedim” açıklaması yaptı.

Bu da arka planda yürütülen çalışmalara zarar veren ve bu konuda ısrarını göstermek üzere yapılan bir çıkış olarak değerlendiriliyordu.

Ancak Kabine toplantısının da gündem maddelerinden biri olması beklenen bu kriz, haftanın ilk günü yumuşama eğilimine girdi.

ABD, Kanada ve Hollanda’dan 18 Nisan 1961 tarihli Diplomatik İlişkiler Hakkında Viyana Sözleşmesi’nin 41. Maddesi‘ne bağlı olduklarına dair bir açıklama geldi.

Bu madde, kendilerini kabul eden ülkede görev yapan diplomatik yetkililerin “o ülkenin içişlerine karışmamakla yükümlü” olduğunu belirtiyor.

Böylece, ortak duyuruya imza atan ülkelerle Türk Dışişleri arasında yürütülen görüşmeler sonucunda, ilgili ülkelerin yeni bir açıklama yapması ya da açıklamalarını geri çekmesi yerine, bir kısmının halihazırda taraf oldukları Diplomatik İlişkiler Hakkında Viyana Sözleşmesi’ni hatırlatmasıyla krizin büyümesinin önüne geçilmiş oldu.

Üç ülkenin açıklamasının hemen ardından Anadolu Ajansı, Cumhurbaşkanlığı kaynaklarına dayandırdığı haberinde ABD ve diğer büyükelçiliklerin açıklamalarının Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından olumlu karşılandığını bildirdi.

Ardından Yeni Zelanda da benzer bir açıklama yayımladı. Diğer altı ülke ABD Büyükelçiliği’nin açıklamayı paylaştığı tweet’i tekrar paylaşmakla yetindi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Pazartesi günü krizin yatışmasının ardından Kabine toplantısı sonrası yaptığı açıklamada “Bizim niyetimiz asla kriz çıkarmak değil, ülkemizin hakkını, hukukunu, çıkarlarını korumaktır. Nitekim bugün aynı büyükelçilikler tarafından yapılan açıklamayla ülkemize yönelik bühtandan geri dönülmüştür. Bu büyükelçilerin artık Türkiye’nin egemenlik hakları konusundaki beyanları konusunda daha dikkatli olacaklarına inanıyoruz.” dedi.

Türk Dışişleri’nin yaptığı iç değerlendirmelerde, açıklamanın yakından Erdoğan’la ilgili olduğu görüşü hakim.

“ABD ve AB’nin politikası ‘tek bir kişiye’ yönelik ve gelecek seçimlerde bu kişi ile iktidardaki partiye ne kadar destek olacağı, seçim tahminleri yakından takip ediliyor.” yorumu yapılıyor.

Bu da kendisine yönelik bu yaklaşım sebebiyle Erdoğan’ın daha sert tepki vermesine yol açıyor.

Ortak bildiriye imza atan ülkelerden bir diplomat ise, “Türkiye’ye birçok alanda güvenlerini kaybettiklerini ancak yapıcı adımlar atmaya çalıştıklarını, gelişmeleri kaygıyla izlediklerini” söylüyor.

Erdoğan, Türkiye’de yargının bağımsızlığını kaybettiğine yönelik söylemleri de reddediyor. Kabine toplantısının ardından yaptığı açıklamada, yargının bağımsız olduğunu ve aslen büyükelçilerin müdahale etmeye çalıştığını savundu:

“Türk yargısı kimseden talimat almaz, kimsenin emrine girmez. Kendi yasama ve yürütme organlarımızın bile işine karışamadığı yargımızı bir grup büyükelçinin sigaya çekmesine tahammül edemeyiz.”

Osman Kavala

Erdoğan’ın açıklaması doğrudan büyükelçileri mi hedef aldı?

‘Persona non grata’ yani istenmeyen kişi, aslında doğrudan ilgili kişiyi hedef alan bir diplomatik girişim. Öyle ki, bir ülkeden bir yetkili istenmeyen kişi ilan edildiğinde bu, o ülkeyle ilişkilerin seviyesinin düşürülmesi ya da kesilmesi anlamına gelmiyor.

Ancak uzun süredir bu adımın pratikte yansıması, iki ülke ilişkilerini doğrudan olumsuz etkileyecek şekilde oluyor.

Yine de Türkiye Soğuk Savaş sonrası dönemde, özellikle de AKP döneminde bunu ilgili ülkeyle ilişkileri kesmek için bir yöntem olarak kullanmadı. Örneğin 2011’de İsrail ile diplomatik ilişkilerin seviyesi düşürülürken bu yöntem kullanılmadı, bunun yerine Tel Aviv büyükelçisi istişare için Ankara’ya çağrılırken İsrailli büyükelçiden de ülkeyi terk etmesi istendi.

2011’de Suriye’de başlayan iç savaşta Türkiye’nin Şam Büyükelçisi Ömer Önhon, güvenlik gerekçesiyle diplomatik temsilciliği tamamen kapatarak Şam’ı terk ettikten iki ay kadar sonra, Suriye tarafından ‘istenmeyen kişi’ ilan edilmişti.

Şam’ın bu adımı, Türkiye’nin Ankara’daki Suriye büyükelçiliğinin kapatılması ve diplomatların Türkiye’yi terk etmesi talebinin ardından gelmişti.

Son olarak 2013’te Türkiye, Mısır’daki darbeye sert tepki göstermiş, ancak Kahire Büyükelçisi göreve devam etmişti. Mısır’ın aynı yılın sonlarında ilişkileri maslahatgüzar seviyesine indirerek Türk Büyükelçi’yi ‘istenmeyen kişi’ ilan etmesi sonrası Türkiye de, mütekabiliyet ilkesi gereği, halihazırda Türkiye’den ayrılmış olan Mısır’ın Ankara Büyükelçisi’ni ‘istenmeyen kişi’ ilan ettiğini duyurmuştu.

Yakın tarihte çok sayıda diplomatı bir anda ‘istenmeyen kişi’ ilan eden ülkelerden biri Suriye’ydi. İç savaş devam ederken ülkeden çoktan ayrılmış olan, aralarında Türkiye, ABD, İngiltere’nin bulunduğu 7 büyükelçi ile 10 farklı ülkeden daha diplomatı ‘istenmeyen’ kişi ilan eden Şam yönetimi, bu ülkelerle diplomatik ilişkileri de kesmişti.

Türkiye’de bir Batılı büyükelçinin ‘istenmeyen kişi’ ilan edilmesine en fazla yaklaşılan zaman yine 2013’te, ABD’nin o dönem Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone’yle yaşanan gerilimdi.

Ricciardone’nin 17-25 Aralık’taki yolsuzluk davalarıyla ilgili kapalı bir toplantıda Türkiye’yi hedef alan ifadeler kullandığı iddia edilmiş, Erdoğan da “Büyükelçiler bazı provokatif eylemlerin içine giriyorlar. Onlara sesleniyorum: İşinizi yapın. Biz sizleri ülkemizde tutmaya da mecbur değiliz. Eğer bizim büyükelçilerimiz de bu tür oyunların içine giriyorlarsa bize haber verin. Siz göndermeyin biz alırız.” demişti. Ricciardone’nin yazılı bir açıklamayla iddiaları yalanlaması sonrası gergin ortam yumuşamıştı.

Erdoğan’ın son sözleri de doğrudan büyükelçileri hedef alsa da, sadece onlarla bağlantılandırılmıyor. ‘İstenmeyen kişi’ ilan edilmeleri durumunda yerlerine yenisinin atanmayacağı; mütekabiliyet ilkesi gereği 10 ülkedeki Türk büyükelçilerin de Ankara’ya dönmek zorunda kalacağı ve bu durumun diplomatik ilişkilere sekte vuracağı biliniyor.

Bu da ticari ilişkilerin bir hayli önemli olduğu bu 10 ülkeyle gerilimin dindirilmesi için gereken diyaloğun önünde ciddi bir engel demek. 10 ülkenin arasında, Türkiye’yle son dönemde gerilim yaşayan Yunanistan gibi ülkelerin yer almaması, tümünün gelişmiş ve güçlü ekonomiler oluşu dikkat çekiyor.

Bu ortak bildirinin sadece Ankara’daki diplomatik temsilciler düzeyinde verilmiş bir karar olmadığı; 10 ülkenin başkentinde verilen karar doğrultusunda yazıldığı da hem Dışişleri’nde hem Cumhurbaşkanlığı’nda konuşuluyordu. Bu sebeple Erdoğan’ın sözlerinin doğrudan 10 ülkeyi hedef aldığı belirtiliyor.

ABD merkezli New York Times gazetesi de, “Duyurunun arkasındaki asıl gücün Biden yönetimi olduğunu, bunun Başkan’ın insan hakları ihlalleri yapan ülkelere açık çağrı yapma politikasının bir parçası olduğunu” yazdı.

AİHM

Büyükelçilerin çağrısı uluslararası teamüllere uygun mu?

18 Ekim tarihli ortak açıklamada hem Osman Kavala’nın serbest bırakılması yönünde Aralık 2019’da verilmiş olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararı, hem uluslararası hukuk teamülleri ve milli hukuk kuralları hatırlatılıyor.

AİHM kararlarına uyulması çağrısı yapılması görülmemiş bir durum değil.

Hatta bugüne kadar Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf olan ülkelerin neredeyse tümünün, en az bir kez de olsa AİHM kararına uymadığı bir durum var. Ancak özellikle AB ülkeleri arasında bir süre sonra çeşitli tavizlerle orta yol bulunduğu görülüyor.

En fazla sayıda karara uymayan ülkeler arasında ise Rusya, İtalya, Türkiye ve Ukrayna var.

Ancak bu kadar çok sayıda ülkenin bir araya gelerek, özellikle ilgili ülkedeki büyükelçilikler üzerinden böyle sert bir uyarıda bulunması, özellikle de AB aday ülkesi ya da NATO müttefiki ülkelerde pek alışılmış bir durum değil.

Böyle sert uyarıların, Batı ile ciddi bir gerilim yaşayan ve yaptırımların da hedefi olan Rusya gibi ülkelere, örneğin cezaevindeki muhalif lider Alexei Navalni’nin serbest bırakılması kararına uymadığı için yapıldığı görüldü.

Bu sebeple Türk yetkililer, son açıklamanın, Batı’nın Türkiye’yi konumlandırdığı yer açısından somut bir mesaj niteliğinde olduğunu belirtiyor.

Sadece AİHM kurallarının hatırlatılmadığı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi tarafı olmayan Yeni Zelanda’nın da bildiride yer alması ise bazı uzmanlar tarafından Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi’nin 31 no.lu Genel Görüşü‘yle açıklandı.

Burada, “Her bir taraf ülkenin, diğer taraf ülkelere yükümlülüklerini hatırlatmak gibi bir yasal çıkarı vardır… İnsan hakları ve temel özgürlükleri teşvik etmek ve gözlemleme sorumluluğuyla ilgili bir Birleşmiş Milletler Sözleşmesi vardır. Dahası, sözleşmenin imzadan doğan bir boyutu da, her bir taraf ülkenin tüm diğer taraf ülkelere karşı verdiği sözü yerine getirme yükümlülüğü vardır.” ifadeleri yer alıyor.

Her ne kadar çeşitli uluslararası sözleşmelerle teknik altyapısı oluşturulsa da bu tür ortak açıklamaların aslen siyasi temelli olduğu bir gerçek.

Örneğin benzer bir ortak çağrı geçen hafta, Batı bloğuyla birçok alanda mücadele içinde olan Çin’e karşı yapıldı. Geçen hafta Pekin yönetimine, bu kez Birleşmiş Milletler çatısı altında, Türkiye’nin de aralarında olduğu 43 ülkenin katılımıyla, Sincan’daki Uygur Türkleri ilgili olarak “hukukun üstünlüğüne tam saygı gösterilmesini” sağlaması çağrısı yapılmıştı.

Türkiye’ye yönelik çağrı 10 ülkeyle sınırlı kalmış olsa da Avrupa Birliği makamlarından güçlü destek mesajları geldi.